Tasavvufta yüklenilen anlamın derinliği ile daha da farklı bir
boyutta önem kazanmış. Devrin önemli simaları lale konulu şiirler yazmışlar,
teşbihlerini lale figürü üzerinden yapmışlar.
Bizim de kolyelerimize daha doğrusu tüm takılarımıza ilham
kaynağı olan lalerin aşağıda hikayesini bulacaksınız. Alıntıladığımız aşağıdaki
derleme yazı ile laleye artık farklı gözle bakacaksınız!
"Zambakgiller"
(Liliaceae) ailesinden ve bilimsel adı "Tulipa" olan bu, çok yıllık
ve soğanlı bitki, aynı zamanda Zambak, Çiğdem ve Sümbül gibi bitkilerin de
yakın akrabası...
Normalde doğal yetişme ortamı olarak, özellikle yüksek
rakımlarda yaşayan laleler, kışı, karın artında geçirerek aşırı soğuklardan
kendilerini koruyorlarmış. Ancak Hollanda'da yapılan melezleme çalışmaları
sonucunda bugün sayıları, 5500'ü aşan Lalelerin kültür varyeteleri artık hemen
her türlü ortamda yetişebiliyormuş.
Kelime olarak ele alındığında Arapça "Allah"
lafzına ait harfleri taşıyan "Lale", tasavvufta Allah'ın birliğini
temsil ediyor. Harfi manası da Osmanlı bayrak ve sancağının sembolü olan 'hilal'e
de ulaşıyor.
Türkler’in en fazla sevdiği çiçeklerden biri olan 'Lale',
sadece yetiştirilmekle kalmamış, mimariden, edebiyata, çiniden, kumaşa kadar
birçok ürün, lale desenleriyle bezenmiş.
Lale bahçeleri anlamına gelen "Lalezarlar", saray
ve konakların en itinalı ve en gözde yerleri olurken, lale için yazılan şiir ve
nesirler "Lalename" denilen risalelerde toplanarak, Türk
Edebiyatı'nda da pek çok yönüyle işlenmiş.
12.yüzyıllardan itibaren Anadolu’da yapılan mimari eserlerde
ve ebru, çini, hat gibi el sanatlarında süsleme motifi olarak değişik renklerde
ve yoğun olarak kullanmaya başlanan Lale, Osmanlı Dönemi’nde gerek şekli,
gerekse anlamı sebebiyle özel ilgi görmüş...
Rengi ve şekli açısından sevgilinin yüzüne, yanağına,
dudağına benzetilen 'Lale', yine rengi dolayısıyla aşığın yanağına ve içindeki
tomurcuklarıyla da aşığın gönlündeki yaralara teşbih ediliyor.
Renk ve şekil olarak ise daha ziyade kadeh, şarap, kan, taç,
sümbül gibi kavramlarla beraber anılıyor
Tasavvuf düşüncesinde ise; Lale'nin renkli yapraklarının
yukarıya doğru olması halinin, bir dervişin dua edişindeki edayı andırdığı
kabul ediliyor.
Lalenin içi kömür gibi... Ancak dıştan görünmez. Dışı ise
içinin tam tersine parlak, canlı ve ruha sükunet verici bir görünüme sahip...
Tasavvufta onun bu hali, bağrı yanık bir dervişin, tebessüm eden nur haleli
yüzüne benzetiliyor.
Anadolu'da laleyi şiirlerinde kullanan ilk şair de, ünlü
düşünür Mevlânâ olur ve 1200'lü yılların ortalarında: "Ey lale, gel de şen
yanağımdan renk al" demiş, sonrasında da laleye şiirlerinde sıklıkla yer
veren şairlerden olmuş.
Fetih ile İstanbul’a gelen Lale çok sevilerek, kısa sürede
özellikle İstanbul’un sembolü olmuş ve şehrin en değerli bitkisi sayılmış.
‘Avni’ mahlasıyla şiirler yazan Osmanlı Padişahı Fatih Sultan
Mehmet, bir şiirinde laleden bahsettiği mısralarında diyor ki:
"Sakiya mey sun ki bir gün lalezar elden gider.
Erişir fasl-ı hazan bağ-u bahar elden gider..."
Türkçesi şöyleymiş:
"Ey içki dağıtan güzel,(henüz vaktiyken) şarap ver. Bir
gün bu lale bahçelerinden yoksun kalıveririz. Çünkü, güz mevsimi gelir birden,
bahçe de, bahar mevsimi de elden gider..."
Kanuni Sultan Süleyman Döneminde, lale bahçelerinin
güzelliğinden etkilenen Avusturya elçisi Busbecq ile Lale'nin Anadolu’dan ilk
yolculuğu Viyana’ya olmuş ve Avrupalılar, yeni tanıştıkları bu bitkiye,
Osmanlıların başlarına sardıkları tülbente atıf yaparak ,‘sarık biçimindeki
çiçek’ anlamında “Tulipe” adını vermişler.
Oradan Hollanda’ya ve ardından Kanada’nın başkenti Ottowa’ya
geçmesiyle Lale, tüm dünyada tanınır hale gelmiştir.
Anadolu topraklarından 100 yıl önce Avrupa'ya götürülen
lale, bugün en çok Hollanda'da yetişiyor.
Hatta rüzgar değirmenleri ve tahta ayakkabılardan sonra
Hollanda'nın üçüncü simgesi haline gelen laleler, ülke topraklarının yaklaşık
dörtte birinde ve yılda 6 milyar adet lale soğanı üretilerek bütün dünyaya
satıyor ve en önemli ihraç ürünü olan bu çiçekle, ülkenin ekonomik gelişmesine
büyük katkı sağlanıyormuş.
20. yüzyıldaki tarihçiler, Sultan III. Ahmed ve Sadrazam
Damat İbrahim Paşa’nın idaresindeki Osmanlı İmparatorluğu’nun dönemine, 'Lale
Devri' ismini vermişler.
Lalelerle bezenmiş bahçelerde, gündüzleri 'hayattan zevk
aranılıp, sefalar sürülmüş; geceleri de sırtlarında taşıdıkları fanuslarda mumlar
yanan kaplumbağaların dolaşarak aydınlattığı laleler arasında, şiir ve musiki
saatleri yaşanmış ve bu yıllar arasında İstanbul’da yaygın olarak lale
yetiştirilmesi, dönemin lale çiçeğiyle anılmasına neden olmuş...
Ülkemizin tanıtımında yer alan tüm çalışmalarda oldukça sık
şekilde yer verilen lale figürüne, şimdilerde Türkiye'nin EURO 2016 Avrupa
Futbol Şampiyonası adaylık logosu olarak seçilen tasarımda da yer verilmiş.
Logo, maçların yapılması planlanan sekiz kenti simgeleyen sekiz ayrı renkten oluşan
lale figürünün içindeki futbol topundan oluşuyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder